Sayfalar

6 Şubat 2011 Pazar

Tıp Fakültesinde Okumak ve Hekim Olmak




Zorlu bir 12 seneden sonra girilen ÖSS, açıklanan puanlar, zorlu bir tercih aşaması, yerleştirme sonuçlarının açıklanması, tıp fakültesine kayıt. Tebrikler tıp fakültesine hoşgeldiniz. Heyecanla geçirilen günler geceler ve ilk ders günü.

Herkes; merakla, heyecanla etrafına bakınıyor. Aralarda tanıdık simalar çıkıyor hal hatır sormalar ilk sohbetler. Herkes o kadar mutlu ki. Her yerde gülen suratlar. Hoşgeldiniz konuşmaları ve önlük giydirme töreni. 

Benim için en etkileyicisi önlük giydirme töreniydi. Herkes neden tıp fakültesini tercih ettiğini söylüyordu. Hekim adaylarının çoğu parası için, garanti meslek olduğu için ailenin bizim oğlumuz/kızımız doktor olcak laflarıyla gelmişti. 



Elimde olsa o an onların hepsini evine gönderirdim. Doktorluk için önce insan sevgisi gelmelidir. İnsan hayatı ön planda tutulmalıdır. Türkiye'de sadece 4 doktorun yapabildiği bir ameliyat hayat kurtarıcaksa bu iş için bıçak parası alınmamalıdır. Para kazanmanın bir çok yolu vardır ancak bu asla insan hayatıyla oynayarak olmamalıdır.

Önlük giydirme töreninden sonra ilk dersler başlar. Anatomici tahtaya sulcus tendinis musculi flexoris hallucis longi yazar. İlk başta gözünür korkar ama zamanla alışırsınız. Bu şekilde geçer bir kaç gün. Derken ilk kurul/komite yaklaşır. İnsanların gerçek yüzünü yavaşça görmeye başlarsınız. Kimisi sınavdan önce ben hiç bir şey bilmiyorum, hiç bir şey yapamıyorum, hiç çalışmadım der. Sınav sonuçları açıklanır bu insanlar 80 90 alırlar. Bu böyle devam eder.

Tıp fakültesi öğrencisi olmak için sadece matematiği, fiziği, kimyayı, biyolojiyi çok iyi bilmek yetmemeli. Kendine ait bir dünya görüşü olmalı tıp fakültesi öğrencisinin, etrafındaki olaylara kayıtsız kalmamalı, ne olup ne bittiğini önce mantık süzgecinden geçirerek düzgünce yorumlayabilmeli, karşısındaki insana saygısı olmalıdır.

Tıp fakültesinde öğrenilen insandır. Tıp fakültesi öğrencisi anatomiyi, fizyolojiyi ezberlemese de karşısındaki insanın insan olduğunu öğrenmelidir. Hastasını kitaplarda okuduğu gibi mekanik bir alet olarak görmemeli, onun bir insan olduğunu unutmamalıdır. Bunun için önce kendinin insan olduğunu bilmelidir.

Bir hekim her zaman gülmelidir. Bir hekim için gülebilmek aslında en zor şeylerden biri. Uykusuz geçirilen bir nöbetten sonra kahve eşliğinde karşınızda sürekli bağrınıp çağıran bir hastanın ve hasta yakınları karşısında içten gülümsemek zordur. Onu yapabildiğiniz zaman gerçekten doktor olmuşsunuz demektir. Bir hastayı sağlığına kavuşturabilmek için muhteşem kitaplar ezberlemeye, en yeni tedavi yöntemlerini uygulamak yetmez. Bunları bilmeyen bir hekim gerçek bir gülümsemeyle o hastayı, diğer hekimden çok daha çabuk bir şekilde tedavi edebilir.

İnsanlara vermeniz gereken şey antibiyotik değil sevgidir. Sevgisini verebilen bir hekim gerçek bir hekimdir benim gözümde, diploması önemli değil.




Dahi Anlamındaki de Ayrı Yazılır

Bugün gelen bir mesajda benimkidemi yazıyordu. Aklıma lisedeki bir arkadaşım geldi. Gelen her mesajda, okuduğu her yazıda denin ayrı mı yoksa birleşik mi yazıldığına dikkat ederdi yanlış yazılmışsa hemen düzeltirdi. 

Ben de onun gibi yaptım bugün. Dahi anlamındaki de ve soru zamiri olan mi ayrı yazılır dedim. 

Lisedeyken de onun gibi güzel şeyler anlatabilmek isterdim. Her zaman daha etkileyici, daha komik, daha güzel konuşmak isterdim. Bir şey anlattığımda herkesin kahkahalarla gülmesini,  kalpten bir hikayeyle dinleyicinin gözlerini doldurabilmeyi isterdim. Konuşmaya başladığımda herkesin susup "adam ne güzel konuştu ya" demesini isterdim. Olmuyunca olmuyor ama napalım.


4 Şubat 2011 Cuma

1 Bakış Kaç Kuruş ?

Ben veletkene uzaya uzay araçlarına çok meraklı bir çocuktum. Bir çok astronomi kitabı edinmiş hepsini okumuştum. Toys'r'ustan küçük bir teleskop almıştım kendime. Gökyüzünü izlemeye çalışırdım.

Astronomiyle ilişkili olduğum yıllarda annemle Çeşme merkeze dolaşmaya gitmiştik. Sahilde 2 tane üniversite öğrencisi bir tane aynalı teleskop kurmuşlar 50 kuruş karşılığı aya baktırıyorlar. Ben koşa koşa gittim baktım tabi. Sonra heyecanla anne eve gidelim anne eve gidelim diye tutturdum. Eve geldik teleskopumu kaptığım gibi Ilıca'da Kumrucu Hüseyin'in olduğu sokağa koştuk gittik. Tabi o zamanlar o sokak trafiğe kapalı. Neyse efendim. Ben teleskopu çıkardım kurdum buraya 25 kuruşa baktırıyorum aya teleskop öbüründen daha kötü ya o yüzden daha ucuza baktırmalıyım diye de düşünmüşüm. Adil bir insanım :D

Ben o gün bayağı bir para kazandım. Ne kadar olduğumu hatırlamıyorum ama 10 liraya yakın bir şey kazanmıştım sanırım. Ben böyle ara ara çıkıp baktırıyordum. Aradan bir kaç sene geçti ben bu sefer takı toka işine merak sardım. 15 tane mi ne toka buldum bir yerden gittim bir leğen gibi bir şeyin üstünde bunları satmaya çalışıyorum. Kimse de sallamıyor. Arada bir acıdığı için 1 lira falan veren oldu. Babamla ertesi gün Alaçatı pazarına gittik mal almaya. Rengarenk saç bantları, kolyeler, bileklikler... Ben o gece gittim bayağı bir satış yaptım. Her gece heyecanla gidiyordum orda incik boncuk satıyordum.

Zamanla annemle kendi kolyelerimizi yapmaya karar verdik.  Kemeraltına gidip bir sürü boncuk misina kolyelerin ucunu kapatmak için klipsler, kargaburun, pense aldık döndük çeşmeye. Annem kolye yapıyor ben satıyordum. Babamdan arada Ankara'ya gidip geldiğinde boncuk getiriyordu. Bana bir tane simitçi tezgahı da almıştı. Tezgahım bile vardı artık. Kolyeleri, tokaları ayırıp tezgahın üstünde sergiliyordum. O yaz bittiğinde yaklaşık olarak 750 lira falan kazanmıştım.

O kış annem takı tasarım kursuna gitti. Bir sürü birbirinden güzel boncuklar alığ çok özel şeyler yaratıyordu. Kışın satacak yer olmadığı için annem tanıdıklar vasıtasıyla satıyordu. Bayağı bir kazançlıydı.

O yaz, annemin kışın yaptığı kolyeleri satmaya çalışıyordum ama maliyet artınca haliyle ürünlerin fiyatları da artmıştı. Kimse pek ilgi göstermiyordu. Doğru dürüst satış yapamayınca canım sıkılıyordu orda boş boş oturup ürünlerin fiyatını söyledikten sonra insanların hımm peki deyip gitmesi. Satışa çıkmamaya başladım ve öylece bitti o hikayem.

Annem de ilgisini kaybedince takı toka işinden elimizi ayağımızı çekmiş olduk.

Yazı Yazamamak

Yazı yazmaya başlamak ne kadar da zor. Kafamda bir şeyler var anlatacağım onları ama başlayamıyorum. Yok olmuyor. Ordan mı girsem burdan mı girsem yok böyle olmaz, şimdi konu benim anlatmak istediğimin dışına çıkıcak. Olmadı sil hadi. 

Alt paragrafa geçtiğim sırada yukarıda dediklerimin aynısı gene oldu. Tamam yazıya başladım ama konuyu saptırmak üzereyim. Ben böyle beceriksizliğimi sıralaya sıralaya böyle boş bir yazı yazabilirim anca zaten. Bu yazı bitsin hadi esas diğer yazıya döneceğim.

Blog

Gene blog kullanma kararı aldım. Blogun adını da değiştirdimç Daha bir günlük şeklinde yazıyım diye düşünüyorum da yapabilir miyim bilmiyorum. Herkesin okuyabileceği açık bir günlük tutmak da bana pek samimi gelmiyor gerçi. Bir şeyler karalarız ya gene de.

Bu Blogda Ara